27 Mart 2023 - Pazartesi 22:37 |
|
|
|
Dinleri Var İşimiz Gibi, İşleri Var Dinimiz Gibi |
|
|
|
|
|
Bazı sözlerin atasözleri kadar veciz ve geniş bir zamana taalluk ettiğine şahitlik ediyoruz. Taşıdıkları muhteva zaman geçmesine rağmen canlılığını korur bazı sözler. Bunlardan biri de zihin mecramda köşe taşı sözlerden olan Mehmet Akif Ersoy’un Berlin’e yaptığı kısa Avrupa seyahati dönüşünde ifade ettiği “Dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi” sözüdür.
Bu söz Osmanlı Modernleşmesi tartışmalarının yoğun yaşandığı zamanlarda söylenmiş olsa da toplumsal açıdan bugünleri de ziyadesiyle temsil etmektedir. Her ne kadar dinen ve ahlaken Osmanlıların ilgisini çekmese de sanayi devrimi ile beraber ekonomik açıdan gelişen Avrupa ve kendilerinde oluşan iş ahlakı diğer devletlerin fevkalade önündeydi. Yaşadığımız bu çağda da müşahede ettiğimiz gibi aslında Müslüman ülkelerde olmasını beklediğimiz iş ahlakı ve kalite standartları halen Avrupa ya da gayrimüslimlerin tarafındadır.
Geçen ay yaşadığımız asrın felaketi diye nitelendirilen aslında “asrın ihmali“ diye değiştirmek istediğim bir felaket sabahına uyandık. Bitmek bilmeyen bir sarsıntının sona ermesini çaresizce beklemek.. Uzun sürdüğü için olduğun yerde kalmak mı yoksa bir an önce dışarıya atılmak mı arasında kalan refleksler. Nice insanlar dakikalar içinde ruhlarını teslim ettiler. Kimileri ailecek çekildi dünya sahnesinden. Acılar tarifsiz, yıkımların haddi hesabı yok. Bütün halde üst üste çöken ya da yana devrilen binalar.. Enkaz sonrası çocuklarının kıyafetlerini bulup onlarla teselli olmaya çalışan bir baba yüreğimi çok yakmıştı. Bir cesedinin bile olması ne büyük bir nimetmiş onu da öğrendik. Ama benim asla unutamayacağım görüntü bambaşka bir şeydi. Enkaz sonrası yıkıntıların üstüne ölen çocukların anısına takılan balonlardı. Ölümün soğuk rüzgarıyla sallanan rengarenk balonlar… Galiba bunu hiç unutamayacağım. Çocukları koruyabilmek, onların kendilerine yetebilecek seviyeye kadar gelebilmesi için çabalamak, her ailenin en hassas noktasıdır. Peki daha dünyanın nasıl bir yer olduğunu bile anlayamadan ruhlarını teslim etmelerine sebep olmak hangi vicdanla açıklanabilir ? Mirasımız bu muydu teknoloji çağında onları çürük arazilerde onlarca katlı çürük binalarda ölüme terketmek ? Fütursuzca kolon kesilebilmesi ve bununla ilgili davaların yıllarca sürebilmesi miydi hızlı çözüm yollarımız ? Geleceğimiz olan geride kalmış çocuklarımıza bunlarla mı hatırlatacağız kendimizi ? Usüle uygun binaların zarar görmemesi sevindirse de bu ancak devede kulak kalır. Eskilerin ovalara binaların yapılmaması gerektiğini, sağlam dağlık arazilerin hayat kurtardığını bilmesine rağmen çağımız insanı bu bilinç konusunda maalesef hep geriye gidiyor. Bunun sebebini aslında çoğumuz biliyoruz. Son yıllarda da müşahede ettiğimiz büyük bir aç gözlülük ve para hırsının toplumumuzu sarmasıdır. İnsan hayatını esas alan bir toplum, yani devletinden müteahhittine, yapı denetim mekanizmasından inşaat mühendislerine, ev sahiplerinden vatandaşına kadar hiç kimse yer kıtlığı varmışçasına sulak arazilere onlarca katlı binaların yapılmasına rıza göstermezdi. Yani bunu biz kendi kendimize reva görüyoruz. Sonuçları da yitip giden binlerce can ve hayallerine balon takılan çocuk cesetleriyle dolu enkazlar…
Apartman hayatı diye bir kültür oluştu toplumuzda. Yeni oluşan bir kültür değil. Yeni dünyaya ayak uydurma sevdalarının sonuçlarından biri. Tabi ki artan nüfusun getirdiği bazı durumlar binaların yapılmasını zaruri kılmıştır ama Anadolu’nun her tarafını saran bu betonlaşma kültürü asla normal değil. Bu betonlaşma doğru düzgün ve kaidelerine uygun yapılsa yine insanın zoruna gitmez. Ancak durum bunlarım tam tersi. Son dönem Osmanlı evleri ya da geleneksel Türk evlerinin zarafetini ve güzelliğini hepimiz az çok biliyoruz. Ferahlık ve estetik baz alındığından bugün hâlâ ayakta ve koruma altına alınıyor. Peki ya şimdiki apartmanların ya da müstakil evlerin hangisi koruma altına alınabilir ? Kullanış ve estetikte ilerlememiz gerekirken neden bu konuda geriye gidiyoruz hep ? Şehirlerimiz, ilçelerimiz neden beton sütunlarına dönüşüyor ? Deprem sonrasında Mimar Sinan’ın eserleri yaklaşık 500 yıl geçmesine rağmen depremzedeleri ağırlıyor. Torunlar kendi yaptıkları binalarda vefat ederken dedelerinin yaptığı binalara sığınıyor. Bu aslında büyük bir utanç ama bunu hissedebilenler olursa. Kalite ve dayanıklılık yıllar geçince ortaya çıkıyor. Bu bize örnek olmalıydı değil mi ? Ama olmadı ve günümüz insanının kısa vadeli hesapları sonucu malzemesi çalınan binalar 50 yıldan sonra alarm veriyor.
Deprem ülkesinde yaşadığımız apaçık bir gerçek ve bu depremlerin olabileceğini öngörebilmek aşırı bir uzmanlık istemese gerek. Topyekun bir toparlanma şart. Kısa vadeli hesaplardan vazgeçilip gelecek nesle miras kalacak ahlak ve kalite anlayışı bırakmalıyız. Her konuda eleştirdiğimiz gayrimüslimleri bu konuda örnek alabiliriz. Oturmuş devlet politikalarına sahip olmaları gerçekten takdire şayan. İşlerinde kalite ve verimlilik üst düzeyde. Ne güzel demiş yazar, “Dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi”…
Mahmut Aksaliç
|
|
|
Etiketler:
Dinleri, Var, İşimiz, Gibi,, İşleri, Var, Dinimiz, Gibi, |