18 Mart 1915. Her sene yıldönümü geldiğinde zihnimizi aşağı yukarı bir kaç gün meşgul eden tarih. 18 Mart 1915. Bir devrin battığı yer. Nedir bu batan devir ? Bir aslanı dar bir boğazda sıkıştıran sırtlan sürüsünün devri mi ? Yabancıların emperyal amaçlarla koca Osmanlı’yı kökünden söküp atmanın hayallerini kurdukları devir mi ? Gerçekten battı mı yoksa batırılmayı mı bekliyor ?
Çanakkale 1915. Bir cihan harbi bildiğimiz kadarıyla. Ya da cihanın Müslüman Türk devleti ile harbi. Çanakkale, Devleti Aliyye’nin son bakiyelerinin, kıyamda güçlükle duran devletlerini son bir müdafaa ile yüklendiği amansız, sayısız kahramanlıklarla şerefyap edeceği kutsal cephe.
Osmanlı çınarının Müslüman devletlerini hâlâ gölgeleyebildiği zor zamanlar. Karşı tarafta Rusya’ya yardım kisvesi altında müslümanlardan bin yıllık intikamlarını almaya hazırlanan son büyük Haçlı ordusu. Haçlı dünyasının intikamı öyle kolay ve basit olmayacaktı. Bunun için Avustralya’dan, Yeni Zellanda’dan bu savaşla hiçbir ilgisi bulunmadığı halde çeşitli propagandalarla vuracakları son darbeyi daha da şiddetlendirmek istediler. Müslümanların lideri konumunda olan Osmanlı’yı bir daha toparlanmayacak şekilde tarihten silmek istediler. Bunun için türlü savaş suçları işlemek kaydıyla ne gerekiyorsa yapacaklardı. Hatta savaş esnasında düşmanları (!) Almanya bile yardım edecekti.
Peki ya Hedef neresi ? Hedef dünyanın gözbebeği İstanbul. Onların gözüyle Ayasofya’nın baş kilise olarak tasavvur edildiği Konstantinopolis. Haçlıların, Ortodoksların elindeyken bile yerle bir etmekten çekinmediği kutsal şehir. Hıristiyan dindaşlarının elindeyken bile acınmadığı şehrin, Avrupa’ya onların deyimiyle kan kusturmuş, bizim fehmimizde Allah’ın yüce şanını ve kelamını cihanın dört bir yanına yaymış Osmanlı başkentinin hali nice olurdu sizce ? Bunun tasavvuru yeterince şecaat içeriyor. Emperyal İngiliz Devleti’nin bir amacı da zengin Osmanlı topraklarını sömürgesi yapmaktı. Zira petrol o dönemde çok kıymetli olmakla birlikte, en zengin petrol yatakları da Osmanlı’daydı. Lakin asıl görülmesi gereken sebep, tarihin hıncıyla, her türlü hileyle dolu intikam duygusudur. Yüzyılların biriktirdiği alınacak öcün kesafeti Çanakkale’de tezahür edecekti.
İngiliz donanmalarının Çanakkale’ye gideceği sırada daha ilk geminin boğazı geçmesiyle beraber hedeflerinin İstanbul’un yerle bir edileceği konuşuluyordu. Gelibolu’da yenilgi ihtimalini düşünmedikleri için İstanbul’da bombalanacak yerlerin planları bile hazırdı. Teknolojik açıdan ne kadar güçlü olduklarını göz önünde bulundurduğumuz zaman kendilerince uzun uzun plan yapmalarında haksız sayılmazlardı. Bu teknolojik dengesizliğin askerimizde en ufak bir yılgınlığa düşürmemesi, ancak askerlerimizin ne yüce bir ruhla mücehhez olduklarını gösterir. Başka bir devlet olsa bu kadar güç farkının olduğu savaşa girmenin lüzumsuzluğunu düşünür ve direkt teslim olma yoluna giderdi. İşte dünyanın ve Hitler’in hayran kaldığı bizim iftihar ettiğimiz askerimiz Çanakkale askeriydi. Dünya savaş tarihinin gördüğü en büyük savunma hattıdır Çanakkale. Nitekim bu kadar direnişi beklemeyen ve Çanakkale sularında boğulup kalan Müttefik orduları Başkomutanı General Hamilton: “İnsan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar uzun süre ayakta kalamaz. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri, onları koruyan Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir!” demiştir.
Yaklaşık 14 ay ölümün kol gezdiği Çanakkale Muharebeleri’nde muazzam bir direnişle karşılaşan mağrur yabancılar tahmin edemeyecekleri büyüklükte bir hezimete uğradılar. Çanakkale hattını geçemeyen zırhlılar bir bir denizin dibini boyladılar.
Ecdadımız üzerine düşen vazifeyi layıkıyla ve hakkıyla yerine getirdi. Peki kim için ya da ne için bunca zorluklara göğüs gerdiler ? Bugün Allah’ın kelamı bu topraklarda zikrediliyorsa bunu kimlere borçluyuz ? Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından Çanakkkale nasıl okunmalıdır ?
Düşman 1915’te ve Milli Mücadele dönemlerinde şanlı askerlerimizden ve kahraman halkımızdan yeterince ağır yenilgi aldıktan sonra aynı planı uygulamaktan vazgeçti. Müslümanları öldürüp geride kalanları kendine düşman etmenin getirisi kısa vadeliydi. O halde bir düşmanı yenmenin en kârlı yolu onları kendine benzeterek düşman yerine dost kazanmaktır. Oldukça kurnaz olduklarının hakkını vermek lazım. Bu tür sömürünün kavram hali kültürel emperyalizmin ta kendisidir. Kültürel Emperyalizm ; kendi kültürünü ve millet omurgasını oluşturan değerleri bir başka millete benimseterek onları etkisiz hale getirmektir. Madden sömürgeleştirilemeyen devletlere olan kinlerini onları manen sömürgeleştirerek kendilerine yabancı hale getirirler.
Mücadele dönemlerinden sonra başta Avrupa’ya giden aydınlarımız ve onların basın yayın organlarıyla kanalize ettikleri halkımız bu kültürel emperyalizmin etkisinde kalmıştır. Kimi zaman da bazı devlet yöneticilerinin cebriyle bu bunalım vaki olmuştur. Lakin bu bunalım süreçlerinde kendini kaybetmeyen, Batı kültürünün varoşluğunun farkında olan aydınlarımız da olmuştur. Bu aydınları tanıyıp doğru anlamak gerekir. Bu kıymetli aydınlarımız fikirlerinin bedelini dahi ödeyerek halkı kültürel bunalım tufanından korumaya çalışmıştır.
Cemil Meriç’in: “Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarımızdır.” derken neyi kasdetmiştir ? Çok iddialı bi itham olmakla birlikte eğitimin en önemli disiplinlerinden olan tarih dersinin müfredatını yerden yere vuracak cinsten bir söz. Bu sözün doğruluğunun sağlamasını kendimiz düşünerek pekala yapabiliriz.
Son yüzyılda en çok gençlerimiz kültürel emperyalizmin etkisinde kaldı. Materyalizm, pozitivizm, laiklik, irtica, sekülerizm, modernizm, komünizm, faşizm gibi izm’lerle tezyin edilmiş arkasında binbir tehlike barındıran maskeli kelimeler genç nesillerimizi binbir garabete sürüklemiştir. En büyük mücadele okuyarak olur. Zehri tanımadan panzehir uygulanamaz. En büyük zehir cehalet. En güzel panzehir de okumak olsa gerek.
|